Yalan söylemenin birçok tanımı yapılmıştır. Genel olarak yalan bir amaç doğrultusunda bilinçli olarak gerçeğin değiştirilmesidir. Birçok yazar yalanın ruhsal gelişimde önemli yeri olduğunu bildirmiştir. Anna Freud, çocukluk yalanlarını ikiye ayırmış, ceza ya da yetke korkusundan söylenen yalanları “suça yönelik yalanlar”, katlanılması güç gerçeklerin yadsınması amacıyla söylenen yalanları ise “düşlemsel yalanlar” olarak tanımlamıştır. Erişkinde görülen psödologia fantastika (düşlemsel yalan) ise genellikle borderline* ve antisosyal kişilik bozukluklarının bir belirtisi sayılmaktadır. Psödologia fantastika terimi genellikle mitomani* yerine kullanılmışsa da kimi görüşler bunun münchausen sendromunun* bir parçası olduğunu ileri sürmüş, kimi görüşler ise bunun ayrı bir belirti olduğunu kabul etmiştir. Bu yazıda psödologia fantastika kavramı psiko-sosyal açıdan gözden geçirilmiştir.

Bir yalan sıkça ve sürekli olarak dile getirilirse giderek gerçeğin yerini alabilir.

Günümüzde yalanlar öylesine yaygınlaşmıştır ki insanlar gerçeği araştırmak yerine yıldızlı imgelerle sunulan bu yalanlara kanmayı yeğler duruma gelmiştir. Yalana en sık politikacılar başvurmaktadır, gerçekte olmayan şeyler halka gerçekmiş gibi sunulmakta, halkın gözü boyanmakta, gerçekleşmesi olanaksız tasarımlarla oy avcılığı yapılmaktadır. Öte yandan üstün yetenekleriyle insanları etkileyebildiğini, kansere çare bulduğunu, geleceği bildiğini ileri süren şarlatanlar, sahte peygamberler türemiştir. Bunlar hiçbir bilimsel temele dayanmayan, herhangi bir araştırmayla desteklenmemiş fikirler ve savlarla ortaya çıkmakta, medyanın da katkısıyla dikkatleri üstüne çekerek toplumda büyük bilginler, kurtarıcılar olarak görülmektedir. Bunlar “siyasal ya da bilimsel düşlemlerini” gerçekmiş gibi sunan kişilerdir. Söyledikleri sokaktaki adamın bilinçli ya da bilinçdışı özlemlerini harekete geçirdiği için toplum da özlemlerine uygun bu düşleme kapılabilmektedir. Bu düşlemler, toplumun gerçeği değerlendirme yetisini giderek zayıflatmaktadır. Oysa yalandan kaynaklanan gücün yalnızca ona inanan bulunduğu sürece etkili olduğu, bir süre sonra yalancı olarak tanınmanın kuşkuyla bakılmaya yol açacağı ve bunun da güç kaybettireceği bildirilmiştir.

John Irving’in “The Cider House Rules” adlı kitabının kahramanı “Dr. Larch” şöyle der:

“Yalan söylediğinde, yaşamının kendi denetiminde olduğu duygusuna kapılırsın. Yalan söylemek, çok baştan çıkarıcıdır. Yalan söylemeyi seviyorum. Yalan söylediğinde, kendini, kaderi oyuna getirmiş gibi duyumsarsın.”

Yalan söylemenin birçok tanımı yapılmıştır. Genel olarak yalan bir amaç doğrultusunda bilinçli
olarak gerçeğin değiştirilmesidir. Woolf 4 yaşından küçük çocukların yalan söyleyemeyeceklerini, çünkü henüz doğrunun ne olduğunu ayırt edecek bilişsel düzeye ulaşmadıklarını ilen sürmüştür. Anna Freud’un, çocukluk yalanlarını,
ceza ya da yetke korkusundan söylenen yalanları “suça yönelik yalanlar” ve katlanılması güç gerçeklerin yadsınması amacıyla söylenen yalanları ise “düşlemsel yalanlar” olarak tanımladığını sözlerimize başlarken konuşmuştuk. Birçok yazar yalanın ruhsal gelişimde önemli yeri olduğunu bildirmiştir. Anne ve babadan, özellikle de anneden ayrılma yalnızca fiziksel değil aynı zamanda ruhsal yönden de olmaktadır. Çocuğun kendi benlik sınırları nerede bitip anneninki nerede başlamaktadır, kendisi bir birey midir, yoksa annenin bir parçası mıdır? Yalan, çocuğun kendi benlik sınırlarını çizmesinde, özerkliğini tanımlaması ve kabul ettirmesinde yer alan önemli bir düzenektir. Çocuk yalan söylediğinde annesi ona doğru söylüyor gibi davranıyorsa, çocuk annenin kendisini ve düşüncelerini denetleyemediğini düşünür. Böylelikle yalana normal “kimlik” duygusunun kazanılmasında ayrılma ve bireyselleşme girişimi olarak bakılabilir. Ancak
yalan söyleme ısrarlı ve kompulsif* bir biçim alırsa patolojik narsisizmle sonuçlanarak benlik saygısını ve güçlülük duygusunu arttırmak amacına yönelir. Yalan patolojisinin ve malinitesinin düzeyine göre sınıflandırılmaya çalışılmış, patolojik yalanlar
kimi yazarlarca ayrı bir grup olarak ele alınmıştır. Ancak Burt, “patolojik yalan söylemenin” uygun bir terim olmadığını, çünkü erişkinlikte yalan söylemenin her koşulda kendisinin patolojik olduğunu belirtmiştir. Daha çok borderline ve antisosyal kişilik bozukluklarında görülen eyleme vuruk davranışların bir biçimi olarak kabul edilen psödologia fantastikanın, temelinde düşlemler ve gerçekler iç içedir.

Psödologia fantastikanın gerçeğin sanrısal bir çarpıtması mı olduğu, yoksa bilinçdışı ya da bilinçli olarak aldatma amacıyla mı ortaya çıktığını ayırt etmek güç olabilir. Psödologia fantastika kişinin narsisistik doyuma olan gereksinimini karşıladığı gibi benlik saygısını da artırır. Kişi gerçekle yüzyüze getirildiğinde ise düşlem birdenbire yerini gerçeğe bırakır.

Psödologia fantastika terimi ilk kez 1891 yılında Delbruck tarafından kullanılmıştır. Powell, psödologia fantastikayı gerçeğin tümüyle değiştirildiği ve yalanın karmaşık bir sistem üzerine kurulduğu düşlemsel yalanlar olarak tanımlamıştır. Psödologia fantastika dönemsel olmaktan çok bir kişilik özelliği olarak karşımıza çıkmakta, bu kişiler sonuçta uydurdukları yalanlara kendileri de inanmaktadır. 1921’de Helene Deutsch Viyana Psikoanaliz Kongresi’nde, ileri sürülenin aksine, psödologia fantastikanın kadınlara özgü bir kişilik özelliği olmadığını bildirmiştir. Psödologia öznel olarak doğru ve gerçek olan bir şeyi, nesnel gerçekliğe uymasa da “gerçek” olarak almak anlamına gelmektedir. Yalan genellikle bir amaca ve çıkar sağlamaya yönelik iken psödologia fantastika, şiir yazma gibi bir doyum sağlama yoludur. Helene Deutsch, psödologianın gerçekle bağlantılı oluşunu hayal kurmaya, narsisistik doyum sağlamasını ise
düş görmeye benzetmiştir. Deutsch, psödologiayı geçmişteki gerçek yaşantıların bilinçdışındaki anılarının uygun olmayan bir zamanda yeniden ortaya çıkışı olarak yorumlamış ve psödologianın içeriğinin genellikle cinsellikle ilgili olduğuna dikkati çekmiştir. Psödologia fantastikada bastırılmış anıların özgül bir biçimde anımsanması söz konusudur; anımsanan, gerçeğin yerini almış olan bir düşlemdir. Böylece bastırmanın daha da pekiştirilmesi
sağlanmaktadır. Fenichel bu kişileri obsesyonel* yalancılar olarak gruplandırmış, psödologia fantastikanın hoşa gitmeyen gerçeklerin yadsınarak hoşa gidenlerle yer değiştirmesini sağlayan bir savunma düzeneği olduğunu belirtmiştir. Fenichel, psödologianın yorumunu şöyle yapmıştır: “İnsanları gerçek olmayan şeylerin gerçek olduğuna inandırmak olanaklıysa, kişiyi rahatsız eden gerçek anıların yalanlanması da olanaklıdır.” 

VVinnicott ve Masud Khan’a göre psödologia fantastika, gelişmemiş ve kolay incinebilir kendilik
duygusunun gizlenmesini sağlayarak kişinin gerçek “kendilik” sınırlarını dış tehlikelere karşı korumaktadır. Omnipotans ve öznel gerçekliklerin yaratılmasının verdiği güven duygusu psödologia fantastikanın sürdürülmesine yol açmaktadır. Kişinin çelişkili isteklere karşı savunma amaçlı uyumunun ve öznel kimliğinin sürdürülmesini sağlamak, psödologia fantastikanın iki önemli işlevini oluşturur. VViersma psödologia fantastikada kişinin görünür bir çıkarı olmadığını ve yalanla gerçeğin kesin ayrımının zor olduğunu bildirmiştir. Psödologia fantastika bellek bozukluğuyla ilgili olmamasıyla konfabülasyondan*, kişinin gerçekle karşı karşıya bırakıldığında gerçeği kabul etmesiyle de sanrıdan ayrılmaktadır. Psödologia bir gerçekten yola çıkılarak, bu gerçeğin çarptırılması, abartılması ya da buna ekler yapılmasıyla oluşmakta, böylelikle mitomaniden de ayrılmaktadır. Mitomanideki öyküler kişi tarafından değişik ortamlarda değişik biçimlerde sunulabilir, oysa psödologia fantastikada öykü değişmez ve ısrarlıdır.

Psödologia fantastika kadın ve erkeklerde eşit oranlarda görülmektedir. Bu kişilerin anne, baba ve kardeşlerinde alkolizm sosyopati ve epilepsi gibi hastalıklar sıktır (%35).
Dupre, psödologia fantastika tanımı için üç temel ölçüt getirmiştir:

  • Anlatılanın gerçekle bağlantısı olmalıdır.
  • Bu öyküler değiştirilmeden sürdürülmelidir.
  • Öykülerin konusu değişse de kahraman ya da kurban daima kişinin kendisidir.

Ego psikolojisine göre borderline kişideki psödologia fantastika, kendilik duygusunun idealleştirmesinin bir biçimidir. Bu yorum, Kemberg’in borderline kişilerde tanımladığı yansıtmalı özdeşimin bir biçimi olarak da ele alınabilir. Borderline kişi bunaltıya katlanmada güçlük çekmekte, bu nedenle gerçek ve doğrunun -değerini düşünerek- her türlü sonucunu kabullenme yerine, yalana ve çarpıtmaya başvurmaktadır. Bunaltıyı azaltmada başka yöntemler geliştiremeyen, dürtü denetimini sağlayamayan ve uygun yüceltme yolları bulamayan bu kişiler, sonucunu düşünmeden yalan söylemektedirler. Son yıllarda ilgi çeken konulardan biri de cinsel
taciz ve istismardır. Bu konuda, “Her dört kız çocuğundan biri ve her on erkek çocuğundan biri istismara uğruyor!” gibi savlar öne sürülmektedir, öte yandan borderline kişilik bozukluğu olan kızların büyük çoğunluğu (%70.5) cinsel istismar öyküsü vermektedir. Bu durum borderline kişilik örüntüsünün gelişiminde cinsel istismarın rolünü gözler önüne sermektedir. Ancak bu kişilik örüntüsünde psödologia fantastikanın da sık görülmesi öykülere kuşkuyla bakılmasına yol açabilmektedir.

Bu kişilerde düşlemle gerçeği ayırt etmek zordur, bu nedenle önemli olan bildirilen, cinsel taciz
ya da istismarı ne gerçek ne de düşlem olarak görebilmektedir. Antisosyal kişiliklerde de görülebilen psödologia fantastikanın “paylaşılmış sanrısal bozukluğa” (folie a deux) da yol açabileceği bildirilmiştir. Psödologia fantastikalı kişilerin özgeçmişiyle ve ailesiyle ilgili öykülerin doğru olarak elde edilmesi güçtür. Böyle bir durumla karşı karşıya kalan psikiyatristte ani ve yoğun bir olumsuz karşıt-aktarım (kontrtransferans) gelişebilir; psikiyatrist bu kişiyi bir yalancı ve manipülatör olarak görüp, aldatılmışlık duygularıyla öfkelenebilir. Bu tepki bir ölçüde doğal olarak kabul edilebilirse de psikiyatrist kişiyi kendi sözcükleriyle yeniden dinlemeyi öğrenmelidir.
Sonuç olarak psödologia fantastika gerçeğe dayalı; ancak gerçeğin çarpıtılması, abartılması ya da değiştirilmesiyle ortaya çıkan düşlemsel yalanlardır. Süregelen özellikte ve ısrarlıdır. Kişisel çıkar ya da yarar sağlamaya yönelik olmayabilir. Öykülerin içeriğinin benlik saygısını yükseltici ya da saldırgan niteliği vardır. Başlangıç genellikle ergenlik dönemindedir. Zeka testlerinde sözel değerleri performans değerlerinden belirgin olarak yüksek bulunan, normal ya da sınır zekalı bu kişilerin; aile ilişkilerinin düzensiz olduğu, %20’sinin sahtekârlık, dolandırıcılık, başkalarının eserlerini kendine mal etme gibi çeşitli suçlardan tutuklandığı bildirilmektedir.
Bilim, sanat ve siyaset ve inanç dünyası gibi toplumsal yaşamın hemen her alanında görülebilen
bu kişilerin -medyanın da katkısıyla- insanları gerçekleşmesi olanaksız sözlerle umulmadık yıkımlara sürükleyebilecekleri unutulmamalıdır.

Kriz Dergisi 3 (1-2) 57-60 ( Halime ARSLAN, Yunus Emre EVLİCE)

borderline: Genç erişkinlik döneminde başlayan, kişilerle olan ilişkilerde, kendilik algısında, duygulanımda tutarsızlıklar ve ani dürtüsel davranışlarla karakterize bir durumdur.

mitomani: Yalan söyleme hastalığı olarak bilinir. Bu hastalığa yakalanmış kişilere mitoman adı verilir. Yalan söyleme hastalığı, kişinin dikkat çekmek ve toplumda odak noktası haline gelmek için söylediği yalanlarla başlar. Yalan söylemeyi alışkanlık haline getirenler bir noktadan sonra kontrolü kaybederler. Öyle ki söyledikleri yalanlara artık kendileri dahi inanırlar.

münchausen sendromu: Kişinin çevresinden ve sağlık görevlilerinden ilgi görebilmek için kendini sürekli hasta etmesi veya bunun için uğraşması durumudur.

kompulsiyon: Obsesif kompulsif bozukluğa sahip kişilerin obsesif düşüncelerinden kaynaklanan, tekrar eden davranışlar olarak tanımlanır. Kişiler, obsesyonların neden olduğu istenmeyen stresten kurtulmak ya da başlarına kötü bir şey gelmesini önlemek için bu tür tekrarlayan, zorlantılı davranışları gösterebilirler. Ancak bu tür zorlantılı davranışlar yalnızca geçici bir rahatlama sağlar ve zamanla kişinin kendisini daha kötü hissetmesine neden olur.

obsesyon: Kişinin zihninden atamadığı, istenmeyen, takıntılı düşünce, fikir ve görüntüler olarak tanımlanır.

konfabülasyon: Bellek boşluğu sonucunda, bilinçte herhangi bir etkilenme olmaksızın, istemsiz olarak ortaya çıkan masal anlatma, gerçek dışı bilgiler uydurma olarak tanımlanır